Özgü Ergün Boutiquette
KURALCI VE ÇEKİCİ GÖRGÜ KURALLARI
Kuralcı olduğu kadar çekici ve bir o kadar da cazibelidir görgü kuralları. Derinine indikçe kendini sevdiren bu kurallar silsilesi, bünyesinde psikolojiden matematiğe, fizikten sosyolojiye bir çok etkeni barındırır.

Görgü kuralları silsilesine uzaktan baktığımızda veya şurada burada adları anıldığında, biraz “katı”, “akıl karıştırıcı” ve hatta “korkutucu” görünebilirler. Onlar kendini alıştıra alıştıra sevdiren uzun beyaz tüylü bir İran Chinchilla'sı gibidir, tanıdıkça, alıştıkça, etrafınızda varlıklarını bize kabul ettirirler, kendilerini sevdirirler ve birden vazgeçilmezimiz olurlar. Tüylerinin güzelliğinin farkındadır bu kediler ve öyle bir salınırlar ki evin içinde gözümüz hep ona kayar. Kedilerin bakımı kolaydır fazla efor istemez ama chincillalar farklıdır, tüyleri ne kadar bakımlıysa o kadar gurur verir sahibine baktıkça bakası gelir çünkü… İşte görgü kuralları da böyledir.
Bünyesinde psikolojiden matematiğe, fizikten sosyolojiye bir çok etkeni barındıran “Görgü Kuralları” harfiyen uyulmasına gerek olmayan bir zincirdir ama bir uydunuz mu ortaya bir “Prens” veya “Prenses” olarak çıkıverirsiniz. Ne de olsa tüm bu kuralların ana menşei saraylar ve aristokrasidir.
İlk kez Fransa’da ortaya çıkan görgü kuralları, saraya gelen misafirlere dağıtılan Etiquette isimli el kitapları ile gündeme geliyor. Beğeni aldıkça ve rağbet gördükçe, dilden dile aktarılan sistem, yavaş yavaş diğer ülke saraylarına, oradan da bu sarayların misafirlerinin mensup oldukları tabakalara ve derken oradan da onların sosyal hayatı paylaşmakta oldukları diğer kesimlere geçiyor ve nesilden nesile aktarılıyor. Bu aktarımlar esnasında bazı ana kurallar “kaide” olarak kalırken, elbette güncellenen veya yok olup giden pek çok kural da olmuştur.
Mesela size şimdi, “Bir kadın asla yüksek sesle gülemez” desem… Artık kişileri kadın – erkek diye ayırmadığımız ve herkesi salt “birey” olarak gördüğümüz bir çağda, hiç şüphesiz fazlası ile ters bir pozisyona girerim. Evet, gülmek kadar güzel ve saf bir eylemi böylesine katı bir kural içine sokmak - hem de kocaman ve bariz bir ayrımcılıkla kadını sırf gülüyor diye “ayıplamak” zamanı çoktan geçti… Bu kural, yüzyıllar önce kabul görmüş olsa da günümüzde “kimse topluluk içinde diğerlerini rahatsız edecek ses tonuyla konuşmamalı-gülmemeli-seslenmemeli….” olarak güncellenmiştir.
Bunun yanında, yemek yerken çatalı sol - bıçağı sağ elle (elbette solaksanız tam tersi) kullanmak ve ağız şapırdatmamak artık bir görgü kuralı olmanın ötesine geçti. Sofranın olmazsa olmaz bu iki kuralı artık son derece doğal ve “normal” bir davranış ve hiçbir yerde yazılı olmasına gerek yok; iki kere iki dört eder = çatal solda bıçak sağda ve ağızdan ses çıkmayacak…
Özü ve amaçları değişmemekle birlikte, görgü kurallarının “her zamana” uyum sağlayan bir alt yapısı var diyebiliriz. Çekiciliği de tam burada ortaya çıkıyor. Kuralcı olmasına rağmen esnek, esnek olmakla birlikte asla kuralların dizginlerini bırakmayan, kontrolcü olmasının yanında insana kendini güvende hissettiren bir sıcaklığa sahip ve cazibeli. Cazibesi de bu sıcaklıktan vazgeçmek istememekten geliyor. Bu pencereden baktığımızda, kurallara uyma zorunluluğunun stresi yerini zorlamasız bir teslimiyete bırakıyor.
Size “bildiğinizi bilmediğiniz" bir kaç kitabi bilgi aktarmak istiyorum;
- Kadınlar bir mekana sonra girer ve önce çıkar yani; bir kadın ve bir erkek bir restorana girecekse eğer erkek restoranın kapısını açar ve içeri girip önden gider ve kadına yol açar – kadın erkeğin ardından gelir. Ancak, restorandan çıkarken, bu kez erkek kapıyı tutar - kadın dışarı çıkar ve erkek arkasında kalan kapıyı kapatarak kadının yanına geçer.
- Bir ev misafirliğinde, en son gelen kişi orada bulunanlara merhaba der. El sıkılacaksa önce kadınlardan başlanır ama kadının elini uzatması beklenir, çünkü her zaman her yerde geçerli bir kural daha gizlidir burada, selamlaşmalarda bir kadın elini uzatmadan bir erkek asla elini uzatmamalıdır. Eğer merhaba denen kadın oturuyorsa ve yeni gelen kişi erkekse, kadın bu selama yerinden kalkmadan cevap verir. Eğer bu yeni gelen de bir kadınsa ve oturandan yaşça daha büyükse, oturan misafir kadın ayağa kalkacaktır ama bu kez sefer oturduğu yerden kalkıp selama cevap veren kadın, kendinden yaşça büyük olanın elini uzatmasını bekleyecektir.
- Merdiven çıkarken kadınlar, merdiven inerken ise erkekler önden gitmelidir.
- Birini arayacak veya mesaj atacaksanız en geç saat 2100 de bu işlemi yapmış olmalısınız.
En yakınlarımız için bile geçerli bu kurallar aslında insana “biraz daha düşünceli” olmanın püf noktalarını fısıldamıyor mu sizce de?
"Acaba daha neler var?" dediğinizi duyar gibiyim, işte böyle merak ettiriyor kendini görgü kuralları, insan bir kez tanışınca hepsini öğrenmek ve bilmek istiyor cazibesine kapılıp.
Selamlaşma ile ilgili görgü kurallarını sıralayarak bitirmek istiyorum bu yazımı. İnanıyorum ki hemen adapte olacak ve kullanmaya başlayacaksınız.
Kim Önce Selamlama Yapar?
- Yeni gelenler orada bulunanları,
- Yoldan geçenler duranları,
- Bir yerden ayrılanlar kalanları,
- Erkekler kadınları,
- Merdivenden inenler çıkanları,
- Astlar üstlerini,
- Küçükler büyüklerini,
- Kapıdan çıkan, geçmesi için bekleyenleri önce selamlar.
- Aynı mevkide ve sosyal konumda olan kişiler birbirini beklemeksizin selam vermelidir.
- Tiyatro, sinema ve konser gibi sanatsal etkinliklerde görülen tanıdıklar sessizce uzaktan selamlanır, başkaları rahatsız edilmez.
- Kutsal yerler, ibadethaneler, tapınaklarda da baş eğme hareketiyle selamlama yapılır.
- Sofraya otururken herkes selamlanır. Tanıdık kimseler ayrıca baş eğme hareketiyle selamlanır.
- Karşı caddede bulunanları, yönümüzü çevirerek, bağırıp çevreyi rahatsız etmeden selamlarız.
Tüm iyileşmeler gibi, nezaket devrimi de içten ve birden başlar, yani sizden ve hemen şimdi.
Photo Credit : Zeynep Anışoğlu - Photomodel : Miss Coco