Özgü Ergün Boutiquette
Geçmiş geçti,
Gelecek de gelecek...
Bu geçmiş ve gelecek her nasıl şeylerse, varlıkları bu kadar kesinken, geçmişte yaşanmışlıklarda boğulmaya ve gelecekten kaygı ve endişe duymaya fazlası ile meraklı olan insanoğlunda hep bir sıkıntı sebebi olmuşlardır.
Aslında sebebi biraz da kendisi yaratmıştır. Atadan çocuğa geçen "kodlar" bilinç altında saçma sapan mesajlar yayarken, bilinç de bu mesajlara boyun eğmiş ve sonunda geçmişin sıkıntıları ve geleceğin endişesi insanoğlunun bugününün bütün kalelerini zaptetmiştir.
Hatırlatırım, hep şunlarla büyümedik mi?
"Geçmişi geri getiremezsin".
"Gelen gideni aratır".
"Beterin beteri vardır" ve daha niceleri.
Bunların karşısında dikilen bir de şunlar vardır.
"Gelecek senin elinde".
"Geleceği varsa göreceği de var."
ve en sevdiğim;
"Geçmişe mazi yenmişe kuzu denir".
Aslında tüm bu sözlerin doğru şeylere işaret ettiği, bize deneyimleri aktarmak istedikleri şüphesiz. Anlamı alıp ahlamak da, korkulara kendini kaptırıp hareketsiz kalmak da, ders çıkarıp feyz alıp kılıçları kuşanmak da yine biz insanoğlunun elindedir.
En sevdiğim olan "mazi ve kuzu" ikilisinden ilerlersek eğer, şu sonuca ulaşabiliriz. Bir yemeği, bir lokma - ucundan azıcık ya da bir çatal da olsa denemiş olmamız onu artık yemiş olduğumuzu ifade eder. Beğenmiş veya beğenmemiş olmamız, sindiriminde problem yaşamamız veya tüy gibi hafif hissetmemiz de sonucu değiştirmeyecektir. En kötü ihtimalde, aynı yemeyi bir daha yemeye tövbe edebiliriz veya yediğimiz restorana bir daha asla gitmeyiz. Yemek yenmiştir, geçmiş de geçmiştir...
Kuzu ve maziye, sevdiğim şu metafora geri dönüyorum o halde.
Soru;
Şayet, geçmiş dün yediğiniz bir yemek, geçen her an da o yemeğin lokmaları olsaydı, bugün nasıl bir yemek hazırlardınız?
Benim cevabım;
Hoşuma giden malzemeleri tekrar kullanırdım, beğenmediklerimi reçeteden çıkartırdım ve yeni bir tat yaratmak için daha önce hiç kullanmadığım bir takım ilaveler yapardım.
Sizinkinin de aynısı olduğunu düşünüyorum ve yanılmadığıma eminim.
Sonuçlar ;
- Geçmişe geri dönmek veya geçmişi geri getirmek mümkün değildir ve geçmiş bugünün özüdür.
- Gelecek ise, tıpkı şu ayrı bir çöp kutusunda biriktirdiğimiz cam şişeler, karton kutular misali, geçmişimizin geri dönüşümünün ta kendisidir.
- Geçmişte yaşanmış olandan dolayı pişmanlık yaşamak, ha bire kötü anıları canlandırıp dertlenmek, artık olmuş-bitmiş şeyleri kabule direnmek boşa zaman kaybıdır.
- Geçmişimizle ilgili tek yapmamız gereken şey ona saygı göstermek ve onu iyi gözlemlemektir.
- Geçmişin içindeki kaynakları değerlendirmek ve onları arzu ettiğimiz gibi bir gelecek için kullanmak sadece bizim elimizdedir.
- Gelecek de sadece bizim tarafımızdan yönetilen bir süreçtir. Bu konuda başkalarından bir şey beklemek de, geçmişte olmuş bitmiş şeylerden kendimizi ve başkalarını suçlamak kadar gereksizdir. Bu düpedüz "yaşamı kaçırmak" tır.
- Kişi hayatta olduğu sürece geçmiş geçecek ve gelecek de gelecektir.
Kendimize soru;
Geçmişi olması gerektiği şekilde algılama yetim ne durumda? Geçmişime baktığımda nasıl bir gelecek istiyorum?
Gelecekte bana hizmet etmeyecek duygu, düşünce ve davranışlarım nelerdir?
Bunlardan vazgeçmek için ne mümkün?
İstediğim gibi bir gelecek için geçmişimdeki neler bana hizmet eder? Hangilerini daha ne kadar geliştirebilirim? Bunun için ne mümkün?
Bu sorulara vereceğimiz cevaplar;
- Hiç bir şeyi değiştiremeyeceğimizi ve hiçbir şey için geç olmadığını kavratacak.
- "Geçmişimizin çok değerli olduğu ve tüm o yaşanmışlıklar olmasaydı bugünkü kişi olamayacağımız" lafının klişe olmadığını ispatlayacak.
- Yarın "kim – ne – nasıl ve nerede olmak istiyorsak" bizi bugünden harekete geçirecek.
- Zihnimiz kendi kendine yettiğini görerek parlayacak.
- Bu farkındalık bilincimizin en baba köşesine oturacak.
- Bundan sonra mottomuz “Geçmişe mazi” demek olacak çünkü bileceğiz ki “biz istersek her şey çok güzel olur”.
O halde artık;
Geçmişteki çıkmazlarda kaybolup, debelenmek yerine her bir çıkmazdan kaynakları toplayıp onlardan parıl parıl bir elmas kolye oluşturuyor ve gururla boynumuza takıyoruz. Kayıplardan gelen edinimlerimize odaklanıp, yüzümüzü geleceğe dönüyoruz. Neden böyle oldu, niye bana oldu diye hayıflanmak, başımıza gelenlerden başkalarını suçlama eğiliminde olmak yerine, tüm bu olan bitene “rağmen ve “bunun yaşanmışlığı”nın gücü ile, “neye, nasıl ve ne sürede” dönüşebileceğimizle ilgileniyoruz.
“An”da olmak, geçmişimizi kabul etmek, onu sevmek ve edinimlerimizi geleceğe dönüştürmek işi, kendi öz değerimizi bir elmas madeni gibi ele alıp ona bir yatırımcı gözü ile bakmakla aynı şeydir. Maden bizimse ve yatırımcı da bizsek bu işten en karlı çıkacak da yine biz olacağız.
Herkese öz değerini sarıp sarmalayacağı ve artık geçmiş gitmiş olan geçmişin tozlu raflarından kafasını kaldırıp hiçbir şey için geç olmadığının bilincinde günler diliyor ve finali büyük bir kişinin sözüyle yapmak istiyorum;
“Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez” Mustafa Kemal Atatürk.
